Ana içeriğe atla

SURİYE'DE ABD-RUSYA MÜCADELESİ VE TÜRKİYE

Tarihten bugüne dünya siyasetinin en çok yoğunlaştığı alanların başında gelen Orta Doğu bölgesi bugünlerde de sıcak gelişmelere sahne oluyor. Türkiye'nin başlattığı Barış Pınarı Harekâtı, sadece bölgenin baş aktörleri olan ABD ve Rusya'yı değil; İsrail ve Almanya gibi büyük ülkelerin yanı sıra birçok Arap ülkesini de rahatsız etti. Küresel bir kriz haline gelen Suriye operasyonu elbette Türkiye'nin bölgesel gücünü vurgulamak açısından büyük önemi haiz. Bağımsız bir Kürt devletinin, Türkiye'yi Orta Doğu coğrafyasında ve özellikle Akdeniz bölgesinde saf dışı bırakacağının farkında olan Türk Devleti'nin bu operasyondan başka çaresinin olmadığı çok açık. NATO'nun ikinci büyük ordusuna sahip olan Türkiye Cumhuriyeti'nin bu operasyonuna karşılık olarak ABD'nin diplomatik bir hamle dışında seçeneği yok gibi. Ki bu gerçeği de dünkü görüşme ve anlaşmadan da net olarak anlayabiliyoruz.


SURİYE'NİN ÖNEMİ

Esasında yüzyıllar boyunca bir vilâyetimiz olan Suriye'nin önemini anlamak, doğru tarih okumalarıyla, biz Türkler için zor bir mesele değil. Fakat Suriye'nin bugünkü önemi sadece Mezopotamya'nın ve Akdeniz'in kilit noktası olmasından ileri gelmiyor. Çin'in yeni İpek Yolu projesi olan "Kuşak-Yol" projesinin Türkiye güzergâhının güvenliği açısından jeopolitik bir önem taşıyan Suriye aynı zamanda İsrail için de büyük bir mesele. Türkiye'nin Suriye'de hâkim olmasından sonra İsrail'e yönelmesi ihtimali, zaten korkak olan İsrailliler için büyük bir korku kaynağı. Suriye'nin Türkiye açısından birden fazla önem taşıyan yönü var. En uzun sınır komşumuz olması hasebiyle Anadolu'nun güvenliğiyle doğrudan bağlantısı olan Suriye'de bağımsız (arka planda bağımlı) bir Kürt devleti Anadolu'yu tehdit edeceği gibi Türkiye'nin Orta Doğu'daki etkisini büyük ölçüde kıracaktır. Suriye'yi bu açıdan değerlendirirken tarihi tecrübelerimizden yararlanarak, Trablusgarp Savaşı'nda Mısır'ın İngilizler'in elinde olmasından dolayı Libya'ya yeterli desteği veremememiz sebebiyle kaybedişimizi hatırlamak yerinde olacaktır. Ve en az bu mesele kadar önem taşıyan bir diğer husus, Akdeniz'deki enerji kaynaklarıdır. Bu konuda Türkiye'nin Kıbrıs'ı kaybetme lüksünün olmamasıyla Suriye'yi kaybetme lüksünün olmaması eş değer. Tüm bu unsurların ışığında ABD ve Rusya'nın Suriye'de devam eden küresel güç mücadelesinde Türkiye'nin konumu ve oynadığı rol, Soğuk Savaş dönemindeki konumu ve rolünden çok daha hassas, çok daha etkin, çok daha önemli ve çok daha riskli.


SURİYE PERSPEKTİFİNDE ABD

Suriye olayları ABD'nin kendi içinde de büyük çatışmalara yol açtı. Cumhuriyetçi Başkan Donald Trump geçtiğimiz günlerde yaptığı açıklamalarda "Bu sonu gelmeyen savaşlardan artık çekilmemizin zamanı geldi" diyerek Türkiye'nin askeri operasyonuna yeşil ışık yaktı. Fakat hemen ardından Türkiye'yi ekonomik yaptırımlarla da tehdit etti. Bu çelişkileri, Trump'ın akıl sağlığının yerinde olmadığına yormak, yapılabilecek en basit hatalardan birisi olur. Zira Trump tam aksine akıl derecelerinin üst seviyesinde hamleler yapmakta. Bu çelişkileri ortaya çıkaran esas mesele Trump'ın Küreselciler ile yaşamakta olduğu çatışma. Küreselciler ABD'nin çıkarlarını bile zaman zaman görmezden gelen evrensel politikalarını, ABD'nin zayıflaması ve belki de yok olması pahasına uygulamak isterlerken; Trump vatansever bir Amerikalı olarak bu felakete karşı koymak istiyor. Her zaman İsrail'in koruyuculuğunu yapmış olan Küreselciler ABD'nin Suriye'de bağımsız bir Kürt devleti oluşturmasıyla İsrail'in güvenliğini garanti altına almak isterlerken; Trump ABD için esas tehlikenin Çin ve Rusya merkezli Asya'dan geleceğini görüyor ve bu sebeple bir an önce Suriye'den çıkıp Asya'ya yoğunlaşmak istiyor. "Amerika Birleşik Devletleri'ni tekrar büyük bir devlet yapacağım" söylemiyle iktidara gelen Trump geçtiğimiz günlerde BM Genel Kurulu'nda yaptığı konuşmada "Geleceği Küreselciler değil vatanseverler kazanacak" mesajıyla duruşunu bir kez daha netleştirdi. Küreselciler aynı zamanda Türkiye'nin Orta Doğu hâkimiyetini gerek İsrail politikaları gerek evrensel politikaları açısından kabul edilemez görürlerken, Trump bölgesel bir güç olarak Türkiye'yi kaybetme riskini göze alamıyor. Zira ABD, belki de Küreselciler'in politikalarıyla, uluslararası arenada yalnızlaşmış/yalnızlaştırılmış bir konumda. Bu sebeple Türkiye ABD için vazgeçilebilecek bir müttefik değil. Türkiye'ye burada düşen görev ise Küreselci karşıtı Trump döneminin avantajlarından ziyadesiyle yararlanabilmek olacaktır. Bu sebeple Kasım 2020'deki ABD Başkanlık seçimleri Türkiye açısından da bir dönüm noktası olacaktır. Kennedy'nin yarım bıraktığı savaşı devralan Trump'ın, Kennedy'nin akıbetine uğraması, mevcut gücünden dolayı her ne kadar güç olsa da ihtimal dâhilinde sayılabilir. Bu sebeple 2020'deki seçimler Küreselciler-Trump savaşının en sert çatışmalarına sahne olabilecek potansiyele sahip. Küba Krizi'nden sonra edindiği güç ve prestijle Küreselciler'e savaş açan Kennedy'nin, ABD'nin bekası için, Vietnam bataklığına girmemek üzere direnmesi ölümüne yol açmıştı. Aynı direnci bugün Trump Suriye bataklığı için gösteriyor. 


SURİYE'DE RUS ETKİNLİĞİ

Dünyayı iki kutba ayıran Soğuk Savaş dönemi teknik olarak sona erse de, bu bölünmüşlüğün etkileri halen devam ediyor. ABD'nin liberalliği karşısında mücadele veren SSCB komünizmi birçok bölgede ABD'nin etkinliğini kırarak kendine bağlı iktidarlar yarattı. Suriye de ABD (GLADIO) - SSCB (KOMÜNİZM) savaşında mücadele sahası olan ülkelerden birisi. 1955'te pilot subay olup 1958 yılında askeri eğitim amacıyla SSCB'ye gönderilen Hafız Esad, 1970 yılında yaptığı askeri bir darbeyle Suriye'de yönetimi ele geçirdi. 1970'ten 2000 yılına kadar Moskova etkisinde bir yönetim sergileyen Hafız Esad 2000'de vefat edince yönetimi oğlu Beşşar Esad devraldı. Henüz babası iktidarda iken İngiltere'de eğitim alıp bir İngiliz'le evlenen Beşşar Esad, İngiltere'yle iyi ilişkiler kurduğu gibi babasının izinden giderek Moskova ekseninde bir siyaset uyguluyor. Rusya ise bu iktidarı yine bir devrimle ele geçirmiş olduğu bir ülke olan İran ile destekliyor. İran 1979'a kadar ABD yanlısı Şah Rıza Pehlevi'nin idaresindeydi. 1979'da İran, İslam Devrimi adı altında Moskova'ya bağlı bir ülke olmaya başladı. Soğuk Savaş döneminin genel mantığına indiğimizde bugün ABD'nin İran nefretini ve Suriye çabasını anlamak güç değil.

II. Mahmud'dan bugüne uluslararası arenada denge politikası uygulayan Türkiye Suriye konusunda da aynı çabayı sergiliyor. ABD ekseninden fazlasıyla uzaklaşan Türkiye Putin liderliğindeki Rusya ile yakın ilişkiler geliştiriyor. Tecrübeli bir istihbaratçı olan Putin'in Suriye'de, Türkiye'yi ABD'ye karşı kullanma çabalarının farkında olan Türk Devleti bu sebeple de ABD'den kesin kopuş sağlayamıyor. Son bir iki yılda Suriye politikalarında daha temkinli ve gerçekçi hareket eden Türkiye bölgesel güç olma yolunda başarılı operasyonlar yaptığı kadar diplomaside de yoğun çaba sarf ediyor.

Ahmet Emir ÖZDEMİR

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

GİZEMLİ BİLGİLER IŞIĞINDA BİR HİKMET YOLCUSU: AHMED ÖZMERDİVENLİ

Büyük dayım Ahmed Özmerdivenli'nin aziz hatırasına... Kıymetli okurlar; bu yazıda ilmî yaşamına ve fevkalade ilginç çalışmalarına rağmen ismi yeterince bilinememiş ve tarihe hakkıyla kaydı düşülememiş bir bilim insanının hayatını ve çalışmalarını -eldeki kısıtlı verilerle mümkün olabildiği kadarıyla- okuyacaksınız. Kayseri’de başlayan ve oradan Suriye ve Mısır’a uzanıp Avrupa’nın gelişmiş ülkelerine kadar giden bu güzide hayat hikâyesi Ahmed Özmerdivenli’ye ait. Öyle ki yaptığı araştırmalar ve çalışmalarıyla kâh okyanusların meçhul derinliklerine inen kâh uzayın ebedî boşluğunda dolaşan bir insan! Ahmed Özmerdivenli (1937-1996) Ahmed Özmerdivenli Kimdir? Çalışmalarından bahsetmeden önce bu şahsiyetin kim olduğu üzerinde duralım. Ahmed Özmerdivenli 1937 yılında Kayseri’nin İncesu ilçesinin Sürtme köyünde dünyaya geldi. Köyün eğitmeni olan babası, Ahmed Özmerdivenli’yi ilkokulu okuması için merkeze gönderdi. Orada ilkokulu okuyan Özmerdivenli küçük yaşta Kur’an-ı Kerim öğrendi ve din...

HZ. NUH'UN TÜRKLERE MİRASI: "YADA TAŞI"

Sırlarla dolu tarihin, karanlıkta kalan kısımlarında aydınlık ümidi her daim efsane kapılarına dayanır. Bizi aydınlatan, ışığa olan inancımız mıdır yoksa ışığa dair bilgimiz mi? Ya da bilgisine sahip olduğumuz şeye inanmak mıdır bizi karanlıktan kurtaran, veyahut inandığımız şeyi bilmek mi? Öyle sanıyorum, arayışta olanlar için her ikisi de gerekli: İnanç ve bilgi. Türk tarihinin keşfedilmemiş yahut yarı keşfedilmiş birçok bilinmezi olduğu doğrudur. Ve tarih, geçmişin geleceğe atılan adımlarla yol aldığı bir süreçtir. Yapılan araştırmalarla her geçen gün yeni bilgilere ulaşıyoruz. Bazen de sahip olduğumuz bilgileri değiştirmek, güncellemek durumunda kalıyoruz. Tarihimizin efsanevi meselelerinden birisi de Yada Taşı ’dır. Oldukça ilginç bir konu olan Yada Taşı, her ne kadar bazı kaynaklarla desteklense de menkıbevi niteliğini korumaktadır. Yada Taşı en dar anlamıyla, Türk mitolojisinde yağmur yağdırma gibi sihirli özellikleri haiz bir taştır. Şamanlık literatüründe de geniş yer bulan ...

YENİ DÜNYA DÜZENİ VE KÜRESEL-DİJİTAL DÜNYA İMPARATORLUĞU (Ch(in)a, USA out)

Sovyetler'in 1991'de yıkılmasıyla, 1789'da başlatılan ve I. Dünya Savaşı'yla olgunlaştırılan Yeni Dünya Düzeni de bitti. 20. yüzyılın iki kutuplu sistemi yani iki yeni nesil imparatorluğun (ABD-SSCB) Soğuk Savaşı da bitmiş oldu. Bir diğer mesele SSCB'nin yıkılmasıyla gözden düşen komünizmin yerine ne geleceği idi. Çin her ne kadar komünizmi Ruslar'dan devralmış olsa da dünya kamuoyunu yeni düzen getirilene kadar oyalayacak ve ABD'ye düşman profili oluşturacak bir proje gerekliydi. Bu proje terörizm idi. Soğuk Savaş'ın komünist gerillalarının yerini teröristler alacaktı. İşte bu yüzden Sovyetler'in yıkılmasıyla lağvedilmesi gereken NATO ve Gladio (Stay-behind) oluşumları varlıklarını devam ettirdi. Terörizm özellikle Orta Doğu bölgesinde ve İslam coğrafyalarında çıkartılacaktı. Bu projenin yürürlüğe giriş tarihi 11 Eylül 2001 saldırılarıdır. Bu sebepledir ki baba Bush 1991'de yeni bir dünya düzeni  kuracaklarını söylerken, oğul Bush da 2001'd...