Trump'ın "Yüzyılın Anlaşması" adıyla açıkladığı planı, bölgesel dinamiklerin yanı sıra küresel açılardan da değerlendirmeliyiz. ABD, uzun zamandır İsrail'in koruyuculuğunu yapıyor. Bu kutsal misyonu İngiltere'den devralan ABD, aynı zamanda Orta Doğu petrollerinin idaresini de yine İngilizler'den almıştı. I. Dünya Savaşı'ndan sonra Orta Doğu haritası çok farklı nüfuz bölgelerine bölünmüştü. Irak toprakları İngiliz hâkimiyetine girerken; Suriye, Fransız mandasına dâhil oluyordu. Aynı zamanda Akdeniz-Suriye-İsrail üçgeninin ortasında yer alan Lübnan da Fransa'nın yüksek derece etkinlik sahası idi. Fakat Soğuk Savaş'ın en şiddetli olduğu dönemde yani 20. yüzyılın ortalarında, Orta Doğu'da dengeler çok ciddi değişimlere uğradı. NATO yani Amerikan imparatorluğu egemenliğindeki bölgeler Sovyet Rus imparatorluğu tarafından ele geçiriliyordu. Bunun en bariz örneği Arap Sosyalist Partisi BAAS'ın 1960'larda Irak'ta, 1970'lerde Suriye'de idareyi ele almasıydı. 1979 Devrimi ile birlikte İran da Rus hâkimiyetine giren ülkeler kervanına katılmıştı.
ABD, bölgedeki etkinliğini giderek kaybederken, bölgeyi tekrar ele geçirmek için Türkiye'ye kendi lehine yatırımlar yapmaktaydı. Türkiye, bölgenin rol model ülkesi olmanın yanı sıra NATO'nun ikinci büyük ordusu olarak da bölgenin en güçlü devletiydi. Türkiye'nin bünyesinde bulundurduğu güç bölgede sürekli pasifleştirildi. Bu güç sadece ABD'nin çıkarları doğrultusunda kullanılmalıydı. Türkiye'nin, İsrail'in varlığı meselesine bakışı ve Kudüs hassasiyeti ise II. Abdülhamid döneminden bu yana net. Fakat pasifleştirilen Türkiye, İsrail'in varlığını tanıdığı gibi büyümesine de engel olamadı.
2020'nin başlarında ABD, İsrail ile ilgili dengeleri yeniden değiştirecek bir hamle yaparken, yukarıda zikrettiğimiz diğer küresel güçler de bu gelişmelerdeki rollerini koruyorlar. Bir süre önce "NATO'nun beyin ölümü gerçekleşmiştir" açıklamasıyla ABD'nin karşısına dikilen Fransız lider Macron, geçtiğimiz günlerde Doğu Kudüs'te bulunan Fransız kilisesinden İsrail polisini kovdu. Yine uzun zamandır Kudüs'ten toprak isteyen Rusya, bir İsrail vatandaşını alıkoyarak emeline erişti. İran ise her ne kadar açıklamalarıyla ABD'nin İsrail planına sözlü olarak karşı çıksa da, esas hamlesini Lübnan'da bulunan Hizbullah örgütü vasıtasıyla yapabilir. Bu durumda Fransa'nın, İsrail meselesinde ABD'ye karşı İran'la birlikte çalışması sürpriz olmayacaktır. Bir diğer önemli mesele ise İsrail'in, Türkiye'de Libya tezkeresinin çıktığı gün Yunanistan ve G. Kıbrıs'la yaptığı East Med anlaşması. İsrail kıyılarından çıkacak olan Akdeniz doğalgazını Avrupa'ya taşımayı hedefleyen bu boru hattı, Avrupa'ya doğalgaz satan Rusya'nın aleyhine bir durum. Ki bu proje aynı zamanda Türk Akımı projesini de tehlikeye sokuyor. Doğalgaz meselesinin dışında, Çin'in başlattığı Kuşak-Yol projesi, ABD'nin aleyhine olmak suretiyle dünyayı yeniden dizayn etmeye başladı. Asya ve Avrupa kaynak ve pazarlarını bütünleştirecek olan bu proje, ABD'yi küresel siyaset ve ekonomi sahasında saf dışı bırakacak. Fransa, Avrupa'nın lokomotif ülkelerinden biri olarak tercihini Çin'den yana yapmış gibi görünüyor. Ve bu perspektifte İngiltere'nin Avrupa Birliği'nden ayrılmasını da daha iyi anlayabiliyoruz. ABD ise Türkiye'nin bağımsızlaşmasıyla birlikte yeni küresel sisteme İsrail üzerinden tutunmaya çalışıyor.
Kudüs yüzyıllardır üç semavi din açısından önemini bugün de koruyor. Fakat bölgedeki güncel gelişmeler din faktörünün epey ötesinde bir çizgide seyrediyor. Kuşak-Yol adındaki yeni küresel proje, birçok bölgede nüfuz mücadelelerini tetikledi ve başka bölgelerde de bu tür mücadelelerin başlaması an meselesi. Bir asır önce Berlin-İstanbul-Bağdat hattı petrol bölgeleri açısından stratejik önemi haizdi. Bugün yine aynı hat ve beraberinde Akdeniz-Süveyş-Akabe üçgeni, yeni Avrasya dünyası için büyük önem taşıyor. Bu sebeple Filistin toprakları her an bir kargaşaya gebe iken, Yunanistan başta olmak üzere Balkanlar'ın da hareketlenmesi kuvvetle muhtemel. Bu gelişmelerin ışığında, bahsettiğimiz tüm coğrafyalarda etkin çalışmalar yapan ve Kuşak-Yol projesinin fay hattında bulunan Türkiye'nin, özellikle önümüzdeki üç yıl içerisinde gerek yurt içinde gerek yurt dışında fazla mesai yapması gerekecek. Bu anlamda Türkiye'yi yorucu günlerin beklediğini söyleyebiliriz.
Ahmet Emir ÖZDEMİR



Yorumlar
Yorum Gönder