Ana içeriğe atla

ŞEYTAN'IN IŞIĞI: İLLUMİNATİ

Geçmişten bugüne oluşturulmuş birçok komplo teorisi vardır. Bu teorilerden hangisinin gerçek hangisinin uydurma olduğu çoğu zaman belirsizdir. İşte bu noktada tarih, diyalektik ve bağlantıcılık bir araya gelerek söz konusu belirsizliği ortadan kaldırabilecek bir karışım oluşturur. Ortaya çıkan bu karışım, bazen şifreyi çözen bir formül olabileceği gibi bazen de bizi çıkmaza sürükleyen bir ölüm iksirine dönüşebilir.

Bu komplo teorilerinden en popüler olanlarından birisi de İlluminati'dir. İlluminati genel olarak; dünyayı yönetmeye çalışan, kaosu egemen kılmak ve bu egemenlikten çıkar elde etmek isteyen ezoterik ve okültist bir örgüt olarak bilinir. Özellikle "subliminal mesaj" yöntemiyle bireylerin ve toplumların algısını yönetmeye yönelik girişimleri ayrı bir ün kazanmıştır. Yine bu örgütle ilgili olarak en meşhur iddia; monarşileri yıkmayı, dini inançları yok etmeyi ve tek dünya devleti oluşturmayı hedefleyen bir Yeni Dünya Düzeni planıdır. Bu anlamda bilinen İlluminati örgütü 1 Mayıs 1776 tarihinde bir kilise hukuku profesörü olan Adam Weishaupt tarafından Almanya'nın Bavyera eyaletinde kurulmuştur. Hedefleri ve faaliyetleri sebebiyle dini çevrelerin ve hükûmetin düşmanlığını kazanan bu örgüt 1785 yılında dağılmıştır.


Yukarıda anlatılan İlluminati, akademinin dışında ve popüler alanda varlık gösteren bir oluşum olup, zamanımızın ve geleceğin kötülüklerinin yegâne sorumlusu tutulur. Hâlbuki böyle bir yaklaşım, bizi hem doğru hedeften uzaklaştırır hem de 1776 öncesinde kötülüğün olmadığı bir dünya yanılsamasına sürükler. Esasen İlluminati, sistematik bir organizasyon olmanın ötesinde, daha çok bir "dava şuuru" ya da "ideoloji" kavramıyla anlayabileceğimiz, geçmişten geleceğe yolculuk eden bir ideanın mistik öğretisi ve kadim rehberidir. İlluminati, Latince illuminatus kelimesinden gelmekte ve ışık/aydınlanma anlamını taşımaktadır. Buradaki "aydınlanma" kavramı, Erken Rönesans (XII. yüzyıl) döneminde başlayıp Rönesans ve Reform hareketlerini müteakiben devam eden ve XVIII. yüzyılda zirveye ulaşan bir süreçtir. Aydınlanma Çağı dediğimiz bu dönem; aklın ölçüt kabul edildiği, hümanizmin yükseldiği, bilim ve felsefenin coştuğu bir zaman dilimidir. Akılcılık sayesinde insan, eski zamanların sürü anlayışının aksine, bir birey olarak önem kazanmıştır ve aklıyla tüm karanlık yolları aydınlatabilir. Şüphesiz ki burada insana bahşedilen bir sınırsız irade söz konusudur. İnsan, aklı ve iradesiyle her soruna çözüm getirebilir ve mükemmele ulaşabilir. Gerçek İlluminati'nin sadece bir şubesini kurmuş olan Adam Weishaupt'un, kurduğu topluluğun ismini ilk başlarda "mükemmelleştiriciler" olarak planlaması, İlluminati'nin ruhundan aldığı ilhamla gerçekleşmiştir. Özellikle doğa bilimlerinde ciddi çalışmalar yapan Aydınlanmacıların doğaya hükmetmek gibi emelleri vardı. Bazı Aydınlanmacıların ve özellikle fizyokratların, materyalizm esas alınarak bütün olayların fiziksel temellere indirgenebileceği inancı, doğanın insan tarafından kontrolünün şifrelerini de içinde barındırıyordu. Bu yönüyle Aydınlanma, klasik düşüncelerin "doğa olaylarının Tanrı'nın bir rahmeti ya da laneti" olduğu inancını yok sayıyordu. Örneğin, yıldırım düşmesi ya da deprem gibi tabii olaylar Antik Çağ'da Tanrı'nın öfkesinden kaynaklanan bir ceza şeklinde kabul görürken; Aydınlanmacılar bu tür doğa olaylarının insan tarafından aklın ışığıyla birlikte anlaşılabilecek, tanımlanabilecek, müdahale edilebilecek ve yönetilebilecek olaylar olduğunu savunuyordu. Bu savunmada, salt bilim ve insanlığın yararına katkı sağlama açısından bir sorun yoktu. Fakat Aydınlanma'nın ve ekseri Aydınlanmacıların amacı karanlık ve günah doluydu. Zira insanı merkeze koyan bir zihniyet olan hümanizm, insana Tanrı'ya meydan okumayı öğreten bir dersti. Daha cüretkâr bir ifadeyle insan, Şeytan'ın ışığı olan İlluminati'nin verdiği akıl ve iradeyle, Tanrı'nın yerini almaya kalkışıyordu. Tanrı'nın tabiat haricinde bir diğer kalesi ise insandı. İnsanlar, din aracılığıyla Tanrı'nın yönetimindeydi ve Aydınlanma dine savaş açarak ve tabi Fransız Devrimi'yle başlatılan Yeni Dünya Düzeni ile birlikte insan kalesini de fethediyordu. Tabiatın ve insanın Tanrı'nın yolundan çıkarılması, komplo teorisyenlerinin her fırsatta İlluminati'ye atfettiği ama bir türlü altını dolduramadığı bir söylem olan "dünyayı yönetme" meselesinin de özünü teşkil ediyordu. Ve tabi karanlık amaçlar doğrultusunda şekillendirilen doğanın kucağında yaşayan tanrıtanımaz insanların egemen olduğu bir dünya, İlluminati'nin yani Şeytan'ın yönettiği bir dünya anlamına geliyordu.


Aydınlanma'nın yani İlluminati'nin felsefesinde hiçbir şekilde dine ve dinin öğretilerine yer yoktur. Aydınlanma'ya göre din, ön yargılarla ve hurafelerle insanı köleleştiren bir kurumdur. Bu sebeple Aydınlanma'nın esas amacı; insanları hem özgürleştirecek hem de mükemmelleştirecek olan aklın düzenine sokmaktır. Bu yönüyle Aydınlanma'nın, köhneleşmiş Hristiyanlık inancının merkezi olan Avrupa'da doğması şaşırtıcı değildir. Zira Hristiyanlık, Hz. İsa'dan kısa bir süre sonra bozulmaya başladıysa da, en büyük yaraları Orta Çağ karanlığında almıştı. Bu açıdan Aydınlanma'yı bir virüs olarak düşünecek olursak, var olabilmek ve güçlenebilmek için bağışıklık sistemi çökmüş olan Hristiyanlıktan daha iyi bir konak bulamazdı. Bunun bir başka örneği Tapınak Şövalyeleri Tarikatı'nda yaşanmıştı. Tapınakçılar, Hristiyanlık içinde vücut bulup Hristiyanlığa tamamıyla zıt bir oluşum olarak, İlluminati'nin örgütlenme anlamında bilinen ilk nüvelerini içeriyordu. Fakat Tapınakçılar daha içrek ve gizemli bir yapıdayken; Aydınlanmacılar, Hristiyanlık düşüncesinin ilkelerini açıkça reddedip bu ilkelerin yerine aklı ve tabiatı koyarak daha cesur hareket ediyordu. Aydınlanma Çağı'nda ateizm ve deizmin canlanmasının ve sekülarizm (dünyevilik) kavramıyla maneviyatın çürütülmesinin altında işte bu cesaret yatıyordu. Üç semavi dinde de Tanrı'nın elçileri olan peygamberler, sürüsünün müminlerden oluştuğu bir çoban olarak tasvir edilir. Aydınlanma'nın şekillendirdiği akılcılık, hümanizm, sekülarizm ve bireycilik ise çobanlarına koşulsuz itaatle bağlı olan koyunları özgürlük vaadiyle sürüden ayıran kurtlardı. Tabi bu özgürlük dinin yozlaşması ve imanın kaybolmasıyla Şeytan'ın sofrasında nihayetleniyordu.


Aydınlanma her ne kadar Eski Rejim'in (Ancien Régime) bireyler ve toplumlar için reva gördüğü eşitsizliği eleştirse de, bireyin ve toplumun aydınlanmasının yukarıdan aşağıya gerçekleşebileceğini ve halkın üst tabaka tarafından aydınlatılmasına muhtaç olduğunu savunuyordu. Bu yönüyle çelişki içinde olan Aydınlanma'nın bir diğer çelişkisi de ruhban sınıfının toplumu çıkarları doğrultusunda yönlendirmesini eleştirmek iken, Aydınlanmacı filozofların Aydınlanma'nın rahipleri olarak işlev görmesiydi. Zira Aydınlanmacı filozoflar antik filozoflardan farklı olarak toplumları dönüştürmeyi ve şekillendirmeyi bir görev sayıyorlardı. Gerek Hristiyan rahipler gerekse Eski Mısır rahipleri, toplumu yönetmek için hazinelerinden güç alırken; Aydınlanmacı rahipler toplumları dönüştürmede gücü ve finansal desteği mason localarından ve burjuvanın veya varlıklı kimselerin açtığı salonlardan alıyorlardı. Montesquieu, Voltaire, Hume, Locke, Rousseau, Goethe, Spinoza, Diderot, d'Alembert, La Mettrie, Helvétius ve d'Holbach gibi Aydınlanmacı filozoflar bilimsel çalışmalarının yanı sıra geleceğin siyasetini, ekonomisini, hukukunu, kültürünü ve sanatını inşa ederlerken; insanları Tanrı'nın egemenliğinden çıkararak İlluminati'nin hâkimiyetinde bir portreye yerleştirmeye de çalışıyorlardı. Avrupa'nın farklı ülkelerinden olan her bir Aydınlanmacı rahip farklı ilkeleri ve görüşleri savunarak birbirinden ayrılsa da; esasında hepsi geleceğe ateist/deist ve materyalist bir dünya miras bırakıyordu. Aslında Aydınlanmacılar her ne kadar dini reddetseler de kendilerinin oluşturmaya çalıştıkları da yeni baştan bir dindi. Aydınlanma'nın ürünü olup sonu "izm" ile biten birçok okul ya da akım da Aydınlanma dininin mezhepleri idi. Fakat buradaki en temel ayrım; İlluminati/Aydınlanma isimli bu dinin Tanrı tarafından değil, Şeytan tarafından gönderilmiş olmasıydı. Tarihçi Peter Gay'in Aydınlanmacı filozofları modern paganlar, Aydınlanma'yı ise modern paganizm şeklinde tanımlaması belki de bu yüzdendi.


Birçok okültist ve ezoterik örgüt ve düşünce gibi İlluminati de sembollere ve ritüellere önem veren bir yapıdır. Yukarıda anlatıldığı üzere İlluminati/Aydınlanma her ne kadar Avrupa merkezli bir hareket gibi gözükse de, sembolleri ve ritüelleri itibariyle Mısır tarih ve mitolojisine dayanmaktadır. Bu sembollerden en bilinenleri piramit, göz ve dikilitaştır. Günümüzde, piramit ve göz 1 ABD dolarının arka yüzünde gözümüze çarparken, firavunlar tarafından yaptırılan ve pagan simgeleriyle süslenmiş dikilitaşlar da ABD, Fransa, İsrail, Vatikan, İngiltere ve Türkiye (İstanbul) gibi dünyanın önemli merkezlerinde varlığını korumaktadır. Ayrıca Keops piramidinin içinde mumya bulunmaması ve ışığı yansıtma teknolojisi piramidin başka amaçlar için yapıldığı tartışmalarını başlattı ve tartışmalardaki iddialara göre Keops piramidinin ismi -eski metinlerde- "Yüce Işık" anlamına gelen Ikhet şeklinde geçiyordu. Bu sebeple İlluminati ile Antik Mısır arasında bir bağ kurmak istiyorsak Mısır mitolojisine değinmemiz gerekir. Mısır dininin esası kutsal krallıktır. Her kral (firavun) yaratıcı güneş tanrısı Ra'nın oğlu olup aynı zamanda iyilik tanrısı Osiris'in oğlu Horus'un doğrudan temsilcisi kabul edilir. Göz simgesi de Mısır mitinde Ra'nın gözünden ve Horus'un gözünden gelmektedir. Mitolojide daha başka anlamları da olan göz aynı zamanda insanları mütemadiyen gözetlemektedir. Mısır piramitlerinde bulunan ve Mısır mit ve inançlarına dair önemli bilgiler içeren Piramit Metinleri, Tabut Metinleri ve Ölüler Kitabı (Aydınlığa Kavuşturan Büyüler) gibi eserlerden Tabut Metinleri'nde insanın yaratılışı da gözle bağdaştırılır. Yaratıcı tanrı Atum "insanlar gözümün yaşından türedi" der. Aşağı Mısır ve Yukarı Mısır birleşmeden önce her şehrin kendine has tanrıları olduğundan Mısır mitolojisinin çeşitli versiyonları olup birçok tanrı figürü mevcuttur. Bu sebeple bir başka Mısır mitinde de yaratıcı tanrı, karanlığın içindeki kaostan ilk ışık olarak çıkan Nun'dur. Bu noktadan hareketle, İngiliz Aydınlanmacı Francis Bacon'ın (1561-1626) Yeni Atlantis isimli eserinde yer alan "Biz sadece Tanrı'nın ilk yarattığı şey olan ışığı, dünyanın her yerinde yükselen ışığı arıyoruz" ifadesi Tanrı'nın nurunu mu kastetmektedir yoksa Şeytan'ın ateşini (illuminati) mi, bundan emin olamayız. Lakin Bacon'ın, Tanrı'nın ilk yaratımını "aklın ışığı" olarak tanımladığını biliyoruz.


Şeytan, ilk insan ve ilk peygamber Hz. Âdem'den önce yaratılmıştı. Bir melek değildi ve melekler gibi nurdan değil ateşten yaratılmıştı. Cinlerdendi ama melekler arasında bulunuyordu. Hz. Âdem'in yaratılışını kıskanan ve kibirlenen Şeytan, Allah'a isyan etti. İnsan, Allah'ın yeryüzünde halifesi olması için yaratılmıştı. Şeytan ise ateşten yaratılan kendisi dururken, topraktan yaratılan insanın böyle bir makamla şereflendirilmesini kabul edemedi. Zira ateşini yani ışığını topraktan üstün görüyordu. Allah, Hz. Âdem'e "Ey Âdem, bil ki bu (İblis) senin ve eşinin düşmanıdır. Sakın sizi cennetten çıkarmasın, yoksa mutluluğunu yitirirsin!" dedi (Tâhâ/117). Hz. Âdem, İblis'in kurnazlığı neticesinde buyruğa karşı gelip yasak meyveyi yedi ve cennetten dünyaya indirildi. Böylelikle savaş başlamış oldu. Bugüne değin süren bu savaşta, insanlara doğru yolu göstermek ve rehberlik etmek için birçok peygamber gönderildi. Her peygamber kendisine inananlarla birlikte Şeytan'a karşı mücadele etti. Milletlerin babası Hz. İbrahim, Şeytan'ın dikili taşlarını (putlarını) yıktı. Buna karşılık Şeytan'ın hizmetkârları, Hz. İbrahim'i ateşe atarak cezalandırmak istediler. Şeytan bir kez daha ateşin toprağa olan üstünlüğünü ispatlama çabasındaydı. Lakin çabası boşa çıktı ve Allah'ın emriyle ateş tüm ışığını kaybetti.


Mısır'a peygamber gönderilen Hz. Musa'ya peygamberliği verilirken aynı zamanda mucizeleri de verilmişti. Hâlbuki peygamberlere, kavmi talep ettiği zaman mucize verilirdi. Hz. Musa'ya verilen mucizeler ise yere atıldığında yılana dönüşen bir asa ve koynuna sokup çıkardığında elinin ışık saçan, bembeyaz ve kusursuz bir hâle gelmesi (Yed-i Beyzâ) idi. Peygamberlere verilen her mucizede olduğu gibi Hz. Musa'nın mucizelerinin de bir manası ve işlevi vardı. Zira Hz. Musa, Amon-Ra'nın şeytanî ışığı ve firavunun sihirbazlarının asalarıyla (büyüleriyle) mücadele edecekti. Firavun Mısır'da Şeytan'ın krallığını yönetmekte ve kendisini de tanrı ilan etmekteydi. Hz. Musa firavuna gidip tebliğde bulunduğunda firavun tek gerçek tanrının kendisi olduğunu söyledi ve veziri Hâmân'a "Ey Hâmân! Benim için toprak üzerine bir ateş yak! Tuğla hazırlayıp bana bir kule yap. Belki göklerin yollarına ulaşırım da Musa'nın ilâhını görebilirim. Ben onu mutlak bir yalancı sanıyorum" dedi (Kasas 38/Mü'min 36-37). Bunun üzerine Hz. Musa asasını yere attı ve asa yılana dönüştü. Ayrıca ışık saçan elini gösterdi. Bu mucizelere inanmayan firavun onu sihirbazlıkla suçladı. Sonrasında sihirbazlar firavunun emriyle tüm marifetlerini gösterdiler. Firavunun sihirbazları yaptıkları büyülerle halkın aklını bulandırıp firavuna olan itaatlerini pekiştiriyorlardı. Büyülerini, kutsal olduğuna inandıkları bir ağaçtan yapılmış asalarıyla gerçekleştiriyorlardı. Fakat Hz. Musa'nın asası sihirbazların tüm marifetlerini yerle bir etti. Sihirbazlar Hz. Musa'ya iman ettiler fakat firavun iman etmek bir yana daha da fazla celallendi. Firavunun öfkesiyle artan zulmü ve imansızlığındaki inadı üzerine Hz. Musa İsrailoğulları'nı alıp yola koyuldu. Kızıldeniz'i asasıyla yardı ve kavmiyle geçti. Firavun ise boğulmak üzereyken iman etti ancak bu imanı fayda etmedi. Hz. Musa kavmiyle Filistin topraklarına doğru ilerlerken Allah'tan aldığı davet üzere Mikat'a gitti. Burada Hz. Musa'ya kuracağı dinin esaslarını içeren Tevrat verilirken, Hz. Musa'yı beklemekte olan İsrailoğulları imanlarından şaştılar. Altınlarından ve gümüşlerinden bir buzağı heykeli yaptılar ve ona tapmaya başladılar. İsrailoğulları, putlarını diğer kavimler gibi taştan değil paradan yapmıştı


Yüce Allah, Mâide suresinin 90. ayetinde "Ey iman edenler! İçki, kumar, dikili taşlar, fal okları şeytan işi iğrenç şeylerdir. Bunlardan kaçının ki kurtuluşa eresiniz" buyuruyor. Burada dikili taşlardan kasıt putlardır. Lakin putların öğreticisi de yine Şeytan'dır. Şeytan'ın insanoğluna diktirdiği putlar ve dikilitaşlar, Tanrı'ya şirk koşmanın yanı sıra, Şeytan'ın gücünün hâkimiyetinin de sembolüydü aynı zamanda. Çünkü Şeytan, ateşin toprağa olan üstünlüğünü iddia etmekle beraber yeryüzünde insanlardan önce yaşanmış bir devri, cinlerin devrini de tekrar diriltmek istiyordu. İnsan yaratılmazdan evvel dünyada cinler yaşamaktaydı. Yeryüzü onların egemenliğinde ve mamurluğundaydı. Cinlerin haddi aşmaları üzerine Tanrı İblis komutasında meleklerden müteşekkil bir ordu gönderdi ve cinler bozguna uğratıldı. İblis'in bu zaferden kaynaklanan kibri sebebiyle yeryüzünde Allah'ın halifesi olacak insan yaratıldı. Ve yeni bir savaş başladı. Bu kısımda anlatılanlar üç semavi dinde de varlık gösteren meseleler olduğu için yabancı kaynaklarda da bu tarz izlere rastlamamız mümkün. Öyle ki dini ve mitolojik kaynaklardan ziyadesiyle faydalanan J. R. R. Tolkien'in yazdığı Yüzüklerin Efendisi isimli romanda ve filmlerinde, elflerin ve orkların mücadelesi meleklerin ve cinlerin mücadelesine benzer. Hâliyle orkların hükümdarı olan Sauron da Şeytan'ı temsil etmektedir. Ateşler içinde bir göz suretiyle tezahür eden Şeytan aynı zamanda dikilitaşı temsilen bir kulenin tepesinde durmaktadır.


İslam penceresinden baktığımızda da belki sadece ehlinin anlayabileceği birtakım işaret ve göndermelerin olduğunu düşünebiliriz. Firavun, Kur'an-ı Kerim'in bazı ayetlerinde "kazık sahibi" anlamına gelen zü'l-evtâd ismiyle zikredilmektedir. Burada kazıktan kasıt muhtemelen dikilitaştır. Hac ibadetinde, ibadetin vaciplerinden olan "Şeytan taşlama" kısmında, Şeytan'ı temsilen dikili bir taşın taşlanması da oldukça manidardır. Bundan daha manidar olanı, günümüzde Kâbe'nin gökdelen isimli dikilitaşlarla kuşatılmış olmasıdır. Ayrıca şeytan taşlanan yerdeki taş, obelisk diye adlandırılan Mısır dikilitaşlarının birebir benzeri iken, geçtiğimiz yıllarda Suudi Arabistan yönetimi tarafından duvar biçimine getirilmiştir. Kim bilir, belki de bu değişikliği Suudilerin tam itaatle bağlı olduğu, Amon'un krallığı ABD istemiştir.


Şeytan'ın hizmetkârları asırlardır kendilerini tanrı isimleriyle anıyor. Bu iddia Şeytanvari bir kibirden kaynaklandığı kadar bir gizlilik gereği aynı zamanda. Gizleniyorlar çünkü açığa çıktıklarında yok olmaktan korkuyorlar. Bu yüzden devletlerde ve örgütlerde bir parazit gibi varlıklarını sürdürüyorlar. Ve bu devletleri veya örgütleri kendi amaçları doğrultusunda güçlendiriyor, şekillendiriyor ve yönetiyorlar. Babil, Mısır, Roma, İngiltere, ABD, Çin... Eski Mısır tanrılarından Amon ve Ra Mısır'da birleşip Amon-Ra olmuştu. Amon-Ra'nın bu birlikteliği, üzerinde güneş batmayan Britanya İmparatorluğu'na kadar sürmüştü. Güneş tanrısı Ra'dan ayrılan Amon, Amerika Birleşik Devletleri'ni kurdu ve güçlendirdi. Dünyanın modern dikilitaşları olan gökdelenler ilk kez ABD'de inşa edildi. Yahudilerin ekonomi merkezlerinden New York Wall Street'te yer alan boğa heykeli, Hz. Musa'ya ihanet eden İsrailoğulları'nın para putunu temsilen kapitalizmin kalbinde tüm ihtişamıyla duruyor. Firavunun sihirbazları ise insanların aklını bulandırmak ve itaati pekiştirmek için bu sefer Hollywood (holy=kutsal/wood=tahta) ismiyle ABD'de tezahür etmişlerdi. Firavunun yeni sihri ise ilk kez ABD'de çekilen filmlerdi. Beyaz bir perdeye yansıtılan ışıklar...

İlluminati ne Adam Weishaupt'un kurduğu ve komplo teorilerinin mezesi olacak cinsten bir örgüttü ne de insanın bilimde, felsefede ve her alanda gelişimini temsil eden masumane bir kavram. İlluminati her şeyden önce Şeytan'ın hizmetkârlarının yolunu aydınlatan bir ışık ve yeryüzüne, insana ve doğaya dair kadim bilgilerin öğretisiydi. Şeytan, insanla olan savaşında kurmaylarını ve komutanlarını yine insanlardan seçiyordu. Onlara, yeryüzünde krallık ve hatta tanrılık vaat ediyor, bunun karşılığında da kendisi için kullanılması kaydıyla gücü elde etmenin sırlarını öğretiyor. Kiminin Hak-batıl mücadelesi kiminin iyilik-kötülük savaşı dediği şey işte budur.

Ahmet Emir ÖZDEMİR

Yararlanılan Kaynaklar

Ahmet Çiğdem, Aydınlanma Düşüncesi, İletişim Yayınları, İstanbul, 2015.

Aytekin Gezici, Dünyayı Yöneten Gizli Örgüt İlluminati, Tutku Yayınevi, Ankara, 2014.

David A. Leeming, A'dan Z'ye Dünya Mitolojisi, Say Yayınları, İstanbul, 2018.

İmam Şiblî, Cinlerin Esrarı, Ferşat Yayınları, İstanbul, 1974.

İsmail L. Çakan-N. Mehmed Solmaz, Kur'ân-ı Kerîm'e Göre Peygamberler ve Tevhid Mücadelesi, Altınoluk Yayınları, İstanbul, 1994.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

GİZEMLİ BİLGİLER IŞIĞINDA BİR HİKMET YOLCUSU: AHMED ÖZMERDİVENLİ

Büyük dayım Ahmed Özmerdivenli'nin aziz hatırasına... Kıymetli okurlar; bu yazıda ilmî yaşamına ve fevkalade ilginç çalışmalarına rağmen ismi yeterince bilinememiş ve tarihe hakkıyla kaydı düşülememiş bir bilim insanının hayatını ve çalışmalarını -eldeki kısıtlı verilerle mümkün olabildiği kadarıyla- okuyacaksınız. Kayseri’de başlayan ve oradan Suriye ve Mısır’a uzanıp Avrupa’nın gelişmiş ülkelerine kadar giden bu güzide hayat hikâyesi Ahmed Özmerdivenli’ye ait. Öyle ki yaptığı araştırmalar ve çalışmalarıyla kâh okyanusların meçhul derinliklerine inen kâh uzayın ebedî boşluğunda dolaşan bir insan! Ahmed Özmerdivenli (1937-1996) Ahmed Özmerdivenli Kimdir? Çalışmalarından bahsetmeden önce bu şahsiyetin kim olduğu üzerinde duralım. Ahmed Özmerdivenli 1937 yılında Kayseri’nin İncesu ilçesinin Sürtme köyünde dünyaya geldi. Köyün eğitmeni olan babası, Ahmed Özmerdivenli’yi ilkokulu okuması için merkeze gönderdi. Orada ilkokulu okuyan Özmerdivenli küçük yaşta Kur’an-ı Kerim öğrendi ve din...

HZ. NUH'UN TÜRKLERE MİRASI: "YADA TAŞI"

Sırlarla dolu tarihin, karanlıkta kalan kısımlarında aydınlık ümidi her daim efsane kapılarına dayanır. Bizi aydınlatan, ışığa olan inancımız mıdır yoksa ışığa dair bilgimiz mi? Ya da bilgisine sahip olduğumuz şeye inanmak mıdır bizi karanlıktan kurtaran, veyahut inandığımız şeyi bilmek mi? Öyle sanıyorum, arayışta olanlar için her ikisi de gerekli: İnanç ve bilgi. Türk tarihinin keşfedilmemiş yahut yarı keşfedilmiş birçok bilinmezi olduğu doğrudur. Ve tarih, geçmişin geleceğe atılan adımlarla yol aldığı bir süreçtir. Yapılan araştırmalarla her geçen gün yeni bilgilere ulaşıyoruz. Bazen de sahip olduğumuz bilgileri değiştirmek, güncellemek durumunda kalıyoruz. Tarihimizin efsanevi meselelerinden birisi de Yada Taşı ’dır. Oldukça ilginç bir konu olan Yada Taşı, her ne kadar bazı kaynaklarla desteklense de menkıbevi niteliğini korumaktadır. Yada Taşı en dar anlamıyla, Türk mitolojisinde yağmur yağdırma gibi sihirli özellikleri haiz bir taştır. Şamanlık literatüründe de geniş yer bulan ...

YENİ DÜNYA DÜZENİ VE KÜRESEL-DİJİTAL DÜNYA İMPARATORLUĞU (Ch(in)a, USA out)

Sovyetler'in 1991'de yıkılmasıyla, 1789'da başlatılan ve I. Dünya Savaşı'yla olgunlaştırılan Yeni Dünya Düzeni de bitti. 20. yüzyılın iki kutuplu sistemi yani iki yeni nesil imparatorluğun (ABD-SSCB) Soğuk Savaşı da bitmiş oldu. Bir diğer mesele SSCB'nin yıkılmasıyla gözden düşen komünizmin yerine ne geleceği idi. Çin her ne kadar komünizmi Ruslar'dan devralmış olsa da dünya kamuoyunu yeni düzen getirilene kadar oyalayacak ve ABD'ye düşman profili oluşturacak bir proje gerekliydi. Bu proje terörizm idi. Soğuk Savaş'ın komünist gerillalarının yerini teröristler alacaktı. İşte bu yüzden Sovyetler'in yıkılmasıyla lağvedilmesi gereken NATO ve Gladio (Stay-behind) oluşumları varlıklarını devam ettirdi. Terörizm özellikle Orta Doğu bölgesinde ve İslam coğrafyalarında çıkartılacaktı. Bu projenin yürürlüğe giriş tarihi 11 Eylül 2001 saldırılarıdır. Bu sebepledir ki baba Bush 1991'de yeni bir dünya düzeni  kuracaklarını söylerken, oğul Bush da 2001'd...