Ana içeriğe atla

YENİ DÜNYA DÜZENİ VE KÜRESEL-DİJİTAL DÜNYA İMPARATORLUĞU (Ch(in)a, USA out)

Sovyetler'in 1991'de yıkılmasıyla, 1789'da başlatılan ve I. Dünya Savaşı'yla olgunlaştırılan Yeni Dünya Düzeni de bitti. 20. yüzyılın iki kutuplu sistemi yani iki yeni nesil imparatorluğun (ABD-SSCB) Soğuk Savaşı da bitmiş oldu. Bir diğer mesele SSCB'nin yıkılmasıyla gözden düşen komünizmin yerine ne geleceği idi. Çin her ne kadar komünizmi Ruslar'dan devralmış olsa da dünya kamuoyunu yeni düzen getirilene kadar oyalayacak ve ABD'ye düşman profili oluşturacak bir proje gerekliydi. Bu proje terörizm idi. Soğuk Savaş'ın komünist gerillalarının yerini teröristler alacaktı. İşte bu yüzden Sovyetler'in yıkılmasıyla lağvedilmesi gereken NATO ve Gladio (Stay-behind) oluşumları varlıklarını devam ettirdi. Terörizm özellikle Orta Doğu bölgesinde ve İslam coğrafyalarında çıkartılacaktı. Bu projenin yürürlüğe giriş tarihi 11 Eylül 2001 saldırılarıdır. Bu sebepledir ki baba Bush 1991'de yeni bir dünya düzeni kuracaklarını söylerken, oğul Bush da 2001'de başlattığı savaşa Haçlı Seferi yakıştırmasını yapmıştı. ABD'nin düşman tanımladığı "Siyasal İslam" kavramı da işte bu şekilde doğmuş oldu.


Suriye, Irak ve Kuzey Afrika bölgesi Soğuk Savaş'ın kazanımları olarak diktatör rejimler eliyle Rusların elindeydi. Ruslar bu bölgelerde dini ve milliyetçiliği reddeden komünizmi uygulamak yerine İslam'la uyuşan sosyalizmi uygulamıştı. Ruslar bu sayede İslamiyet'in cihad kavramını da kullanmak suretiyle Müslüman(!) teröristler meydana getirdi. ABD'nin kapitalizmine karşı komünizm ile mücadele edemeyen Rusya, ABD'yi terörizm ile vurmaya başladı. Tabi ki bu politika ABD'ye karşı yapılan bir "gel gel" tuzağından başka bir şey değildi. Zira "Siyasal İslam" her ne kadar Türkiye'ye ve İslamiyet'e karşı bir strateji gibi gözükse de esasında ABD'yi bitirme projesidir. Bu şekilde Orta Doğu'da bir bataklık oluşturuldu. ABD ise bu bataklığa çekildi. ABD bünyesindeki akademi, enstitü ve çeşitli düşünce kuruluşlarıyla bölgeyi çok iyi araştırarak elde ettiği sonuçlara göre bu bölgeyi kendi kimliği ile elinde tutamayacağının farkındaydı. Bu sebeple bölgede bir rol model ülke yaratması şarttı. Tabi bu ülke gerek bölgeyle olan tarihsel ve kültürel bağları gerekse siyasi, toplumsal ve ekonomik potansiyeliyle Türkiye olmalıydı. ABD 2000'li yıllarda Türkiye'yi finanse ederek kalkınmasına yardımcı oldu. Büyük Orta Doğu için Büyük Türkiye gerekiyordu. Tabi ki Türkiye'deki yönetim Gladio (Stay-behind) örgütünce ele geçirilecek ve Türkiye ABD'nin istekleri ve çıkarları doğrultusunda Büyük Orta Doğu Projesi'nde konumlandırılacaktı. İsrail'e yapılan "One Minute" çıkışı bölgedeki Müslüman unsurların yönünü direkt olarak Türkiye'ye çevirdi. Kalkınması, istikrarı, refahı ve demokratik duruşuyla Türkiye bölgenin ağabeyi olmuştu. ABD Türkiye'yi maşa gibi kullanarak Orta Doğu'yu ve Kuzey Afrika'yı Rusların elinden alabileceğini düşündü. Böylelikle 2010 yılında ABD istihbarat ve düşünce kuruluşları tarafından alt yapısı hazırlanmış halk hareketleri başlatıldı. Arap Baharı olarak tanımlanan bu hareketler, Ruslara bağlı diktatörleri indirip yerine Türkiye'ye bağlı liderleri getirmeyi hedefliyordu. Böylelikle ABD küresel süper güç konumunu koruyabilecekti. Fakat bu süreç zarfında Yahudi sermayesi varlıklarını Çin'e taşımaya başladı. Ruslar ABD'yi Orta Doğu bataklığına çekip orada elini kolunu bağlarken bir yandan da Çin'in yeni süper güç olacağı Yeni Dünya Düzeni'nde konumunu sağlamlaştırıyordu. Sovyetler'in yıkılmasıyla Rusya'nın artık bir tehdit olamayacağı tabusunu Putin yıktı. Putin devrinde Rusya, çarlık döneminin ihtişamına yeniden kavuştu.


ABD sonunun geldiğini Trump sayesinde anladı. Donald Trump "küreselciler" diye tanımlanan oluşuma karşı "ulusal" bir mücadele başlattı. 2019'un sonbaharında BM Genel Kurulu'nda yaptığı konuşmasına "Geleceği küreselciler değil vatanseverler kazanacak" cümlesiyle başlayarak mücadelesini tanımlamış oldu. Ve daha başka açıklamalarında ABD'nin artık Orta Doğu'dan çekilmesinin vaktinin geldiğini vurguladı. Çin'e karşı başlattığı ticaret savaşı aslında küreselcilerle olan mücadelesinin bir uzantısıydı. 21. yüzyılın ilk çeyreğinde başlatılan Yeni Dünya Düzeni, Çin'in önderliğinde kurulacak bir küresel dünyayı inşa ediyor. Bu proje ile Asya, Avrupa ve Afrika birleştirilecek ve Amerika kıtası ekarte edilecek. Fransız Devrimi ile başlatılan Yeni Dünya Düzeni; imparatorlukları yıkmış, ulus-devletleri oluşturmuş, yeni nesil imparatorluklar (ABD-SSCB) üretmiş ve imparatorluklardan parçalanan ulusları iki yeni nesil imparatorluğun mücadele alanı yapmıştı. Trump'ın "geleceği vatanseverler kazanacak" vurgusu Büyük Amerika'nın varlığının ulus-devlet sistemine borçlu olduğunun net bir göstergesidir. Bir diğer mesele yerelleşmenin ilk olarak ABD'de belirmesi olasılığıdır. Bu konularda çalışmaları olan birçok uzman birkaç yıldır ABD'deki eyaletlerin aralarında çatışmaların ve kopuşların başlamasının sürpriz olmayacağını öngörüyor. Yerelleşmenin etkili olacağı bir diğer bölge ise Avrupa kıtasıdır. Özellikle İspanya, İtalya ve Almanya gibi yerel bölünme potansiyeli olan ülkeler Avrupa'nın bölünmesinde önemli role sahip olacaklar gibi görünüyor. Zaten Avrupa Birliği'nin dağılması aşağı yukarı beş senedir beklenen bir olay. İngilizlerin bu süreçte BREXIT ile AB'den ayrılmaları, yıkılışı önceden sezip enkaz altında kalmaktan kaçınma hamlesidir. Fransa ise 1789 ulus-devlet sisteminin başlangıç noktası olduğu halde 21. yüzyılın yeni küreselleşme sisteminde tercihini Çin'den yana yaptı. Suriye, Lübnan ve Kuzey Afrika'da etkin olan Fransızlar Çinli şirketlerle anlaşmalar yapıp ortaklıklar kurarak bu bölgelerin kaynaklarını bir süredir birlikte sömürüyorlar. Fransa muhtemelen dağılan Avrupa'da Latin-Katolik medeniyetinin temsilcisi olduğu halde Çin'in Avrupa kontrol noktası olacak gibi görünüyor. Yine Kasım 2019'da "NATO'nun beyin ölümü gerçekleşti" cümlesini kuran Fransız lider Macron bu söylemiyle bir yandan ABD'nin yıkılışını ifade ederken bir yandan da Avrupa'nın dağılışını haber veriyordu. Ki kısa bir süre sonra Çin'de başlayıp tüm dünyaya yayılan Covid-19 sürecinde Avrupa'nın dağılışı tüm çıplaklığıyla meydana çıktı. Çin'in birkaç senedir planladığı ve uygulamaya koyduğu Kuşak-Yol projesi, küreselleşme düzeninin en önemli stratejisidir. Bu proje Çin'den başlayıp Asya üzerinden Avrupa'ya bağlanan bir ticaret yolu oluşturmayı hedefliyor. Bu yolla birlikte Çin Asya ve Avrupa'nın kaynak ve pazarlarını kendisine bağlayacak Bu sayede, ABD 20. yüzyılda birleştirilmiş Avrupa üzerinde nasıl hegemonya kurduysa, Çin de 21. yüzyılda dağıtılmış ve bölünmüş Avrupa üzerinde egemen olacak. Yeni Dünya Düzeni'nin 1789 versiyonunun birçok kritik olayı Avrupa üzerinde gerçekleşmiş ve dünyanın kaderi Avrupa'da belirlenmişti. 2023 versiyonunun da önemli belirtileri yine Avrupa'da görülürken, Üçüncü Dünya Savaşı'nın da yine Avrupa topraklarında yaşanması kuvvetle muhtemel. Birinci Dünya Savaşı Avrupa'nın egemenliğini sarsmıştı. İkinci Dünya Savaşı'yla dünya egemenliği ABD'ye geçmişti. Avrupa'da yaşanacak bir Üçüncü Dünya Savaşı ise dünya egemenliğinin anahtarlarını Çin'e sunacaktır.


Yeni Dünya Düzeni'nin 1789 sürümüyle oluşturulan ulus-devletlerin 21. yüzyılda 2023 sürümüyle bölünmesi, esas hedef olan Tek Dünya Devleti kavramının da önemli bir aşamasını teşkil ediyor. Üniter devlet yapıları yıkılarak yerel yönetimlerin ön plana çıkarılması planlanıyor. Böylelikle bölünmüşlüğün getirdiği kaos sayesinde bir bütünleşme yani küreselleşme düzeni kurulabilecektir. Üniter yapısı bozulmuş ulus-devletlerin devlet otoritesi de çökeceğinden yeni doğan yerel yönetimler siyasi, ekonomik ve toplumsal alanlarda müdahaleye açık hâle gelecek. Bunun en önemli etki alanı dijital platform olacaktır. Zira son yıllarda gittikçe yaygınlaşan dijital paralar bugün virüs sebebiyle daha da önem kazanmış durumda. Ulus-devlet sisteminin çöküşüyle birlikte devlet egemenliğinin en önemli göstergelerinden biri olan klasik paranın yerini dijital paralar alacak. Böylelikle egemenlik dijital parayı elinde tutan grupların elinde olabilecektir. Ayrıca ulus-devlet sisteminin çökertilmesinin bir diğer sacayağı dillerin ve kültürlerin yok edilmesidir. Teknolojinin gelişmesiyle birlikte özellikle sosyal medya programları aracılığıyla kültürler büyük ölçüde yozlaştırıldı. Dünyanın herhangi bir bölgesinde ortaya çıkan bir davranış veya eğilim akım adı altında virüsten hızlı yayılarak tüm dünyayı etkisi altına alabilmektedir. Yine teknoloji vasıtasıyla dil öğrenmenin gerekliliği de ortadan kalkacak. Tek bir dijital kültürün ve tek bir dijital dilin var olduğu bir dünya tek bir dijital imparatorluk tarafından rahatlıkla ele geçirilebilecektir. Dijitalleşmenin bir diğer sorunsalı da özgürlük kavramının silinmesidir. Bugün Çin'in bazı bölgelerinde uygulanan dijital takip ve puanlama kısa vadede birçok bölge ve ülkeye yayılarak özgürlüğü tamamen ortadan kaldırabilecek potansiyele sahiptir. Ayrıca bugün Covid-19 sebebiyle hızla artan işsizlik, yapay zekâ ve robot teknolojisi ile daha da ciddi boyutlara ulaşarak küresel bir kaosu tetikleyecektir. Bu durumun önümüzdeki en kritik noktası 2022'de beklenen küresel krizdir. 2020'de başlayan kaos ve kriz zincirinin en etkili halkalarından biri 2022 yılında meydana gelecek ve 2023 yılı insanlık tarihinin en büyük dönüm noktalarından birine şahit olacaktır. Yerel bölünmeler, ekonomik krizler, işsizlik ve yoksulluk, savaşlar ve büyük ihtimalle yine Avrupa merkezli bir dünya savaşı ve biyolojik ve doğal afetler... Tüm dünya böylesine bir buhran içerisindeyken oluşturulmak istenen "Küresel Tek Dünya Devleti" bir çözüm olarak sunulacaktır. Ulus-devletlerden bölünen yerel yönetimler tek tek Çin'in idaresindeki dijital imparatorluğa dâhil olacaklardır. 21. yüzyılda bölge savaşlarının yerini yerel çatışmalar alacak ve sınırlar dijital sistemlerde çizilecektir. Bir önceki yüzyılda yeni nesil imparatorluklar (ABD-SSCB) diğer ülkeleri ideoloji (komünizm) ve gizli örgütler (Gladio) aracılığıyla ele geçirmekteydi. 21. yüzyılın Küresel Dijital İmparatorluğu ise dünya halklarını dijitalleştirerek tahakküm altına alacaktır. Yeni Dünya Düzeni diye isimlendirilen son üç asrın hikâyesi özetle şudur: Asırlardır süregelen klasik imparatorluklar Fransız Devrimi (1789) ile başlatılan bir operasyonla ulus-devletlere bölündü. Bu bölünmelerden çıkan ve yeni doğan ulus-devletler 20. yüzyılda yeni nesil imparatorluklarca iki kutuplu sistemde ele geçirilip yönetilmeye çalışıldı. Bugün ulus-devletler parçalanarak yerel devletçikler (şehir devletleri) meydana getirilmek isteniyor. Aynı zamanda tesis edilmekte olan dijital alt yapıyla birlikte birbiriyle çatıştırılacak olan yerel yönetimler teker teker dijital otorite altında birleştirilecektir. Böylelikle birçok filmde ve kitapta örneği gösterilen (Açlık Oyunları, Zamana Karşı gibi) bir capital'in egemen olduğu ve geri kalan diğer tüm getto bölgelerin merkeze dijital bir sistemle bağlı olduğu bir dünya düzeni kurulabilecektir.


Klasik dönemde Roma başarılı bir dünya hâkimiyeti oluşturmuştu. Batı Roma'nın yıkılışıyla (476) birlikte Doğu Roma (Bizans) dünyanın merkezini yani Anadolu'yu yönetmeye devam etti. Orta Asya'dan gelen Müslüman Türkler Devlet-i Aliyye (Büyük Devlet) ile beş asır boyunca üçüncü Roma formunda cihan devleti oldu. Roma'nın bir diğer varisi Slav-Ortodoks medeniyetinin hamisi olan Ruslardır. Ruslar ve Osmanlılar Doğu Roma'nın varisleri olarak 18. ve 19. yüzyıllarda veraset hakkı için savaşırken, ABD gibi bir güç meydana gelerek 20. yüzyılın Roma'sı (süper gücü) oldu. Bu süreçte de Çin gibi bir güç meydana geldi ve şimdi 21. yüzyılın Roma'sı olarak ABD'yi yıkacak ve bu yüzyılda dünya üç Roma'nın mücadelesine sahne olacak.

Ahmet Emir ÖZDEMİR

Yorumlar

  1. Arkadas adamın ilmini hiçe saymisoateyazik etmişler hayal meyal suyla çalışan arabayı yaptığını hatırlıyorum tv de gormustum

    YanıtlaSil

Yorum Gönder

Bu blogdaki popüler yayınlar

GİZEMLİ BİLGİLER IŞIĞINDA BİR HİKMET YOLCUSU: AHMED ÖZMERDİVENLİ

Büyük dayım Ahmed Özmerdivenli'nin aziz hatırasına... Kıymetli okurlar; bu yazıda ilmî yaşamına ve fevkalade ilginç çalışmalarına rağmen ismi yeterince bilinememiş ve tarihe hakkıyla kaydı düşülememiş bir bilim insanının hayatını ve çalışmalarını -eldeki kısıtlı verilerle mümkün olabildiği kadarıyla- okuyacaksınız. Kayseri’de başlayan ve oradan Suriye ve Mısır’a uzanıp Avrupa’nın gelişmiş ülkelerine kadar giden bu güzide hayat hikâyesi Ahmed Özmerdivenli’ye ait. Öyle ki yaptığı araştırmalar ve çalışmalarıyla kâh okyanusların meçhul derinliklerine inen kâh uzayın ebedî boşluğunda dolaşan bir insan! Ahmed Özmerdivenli (1937-1996) Ahmed Özmerdivenli Kimdir? Çalışmalarından bahsetmeden önce bu şahsiyetin kim olduğu üzerinde duralım. Ahmed Özmerdivenli 1937 yılında Kayseri’nin İncesu ilçesinin Sürtme köyünde dünyaya geldi. Köyün eğitmeni olan babası, Ahmed Özmerdivenli’yi ilkokulu okuması için merkeze gönderdi. Orada ilkokulu okuyan Özmerdivenli küçük yaşta Kur’an-ı Kerim öğrendi ve din...

HZ. NUH'UN TÜRKLERE MİRASI: "YADA TAŞI"

Sırlarla dolu tarihin, karanlıkta kalan kısımlarında aydınlık ümidi her daim efsane kapılarına dayanır. Bizi aydınlatan, ışığa olan inancımız mıdır yoksa ışığa dair bilgimiz mi? Ya da bilgisine sahip olduğumuz şeye inanmak mıdır bizi karanlıktan kurtaran, veyahut inandığımız şeyi bilmek mi? Öyle sanıyorum, arayışta olanlar için her ikisi de gerekli: İnanç ve bilgi. Türk tarihinin keşfedilmemiş yahut yarı keşfedilmiş birçok bilinmezi olduğu doğrudur. Ve tarih, geçmişin geleceğe atılan adımlarla yol aldığı bir süreçtir. Yapılan araştırmalarla her geçen gün yeni bilgilere ulaşıyoruz. Bazen de sahip olduğumuz bilgileri değiştirmek, güncellemek durumunda kalıyoruz. Tarihimizin efsanevi meselelerinden birisi de Yada Taşı ’dır. Oldukça ilginç bir konu olan Yada Taşı, her ne kadar bazı kaynaklarla desteklense de menkıbevi niteliğini korumaktadır. Yada Taşı en dar anlamıyla, Türk mitolojisinde yağmur yağdırma gibi sihirli özellikleri haiz bir taştır. Şamanlık literatüründe de geniş yer bulan ...