Sırlarla dolu tarihin, karanlıkta kalan kısımlarında aydınlık ümidi her daim efsane kapılarına dayanır. Bizi aydınlatan, ışığa olan inancımız mıdır yoksa ışığa dair bilgimiz mi? Ya da bilgisine sahip olduğumuz şeye inanmak mıdır bizi karanlıktan kurtaran, veyahut inandığımız şeyi bilmek mi? Öyle sanıyorum, arayışta olanlar için her ikisi de gerekli: İnanç ve bilgi.
Türk tarihinin keşfedilmemiş yahut yarı keşfedilmiş birçok bilinmezi olduğu doğrudur. Ve tarih, geçmişin geleceğe atılan adımlarla yol aldığı bir süreçtir. Yapılan araştırmalarla her geçen gün yeni bilgilere ulaşıyoruz. Bazen de sahip olduğumuz bilgileri değiştirmek, güncellemek durumunda kalıyoruz. Tarihimizin efsanevi meselelerinden birisi de Yada Taşı’dır. Oldukça ilginç bir konu olan Yada Taşı, her ne kadar bazı kaynaklarla desteklense de menkıbevi niteliğini korumaktadır. Yada Taşı en dar anlamıyla, Türk mitolojisinde yağmur yağdırma gibi sihirli özellikleri haiz bir taştır. Şamanlık literatüründe de geniş yer bulan bu taşın Türklere ait olması da en az taşın mucizeleri kadar ilginçtir.
Yada Taşı’nın kökeni Hz.
Nuh’a ve oğlu Yafes’e dayanıyor. İnsanlığın müşterek prehistorik söylencesine
göre Büyük Tufan’dan sonra yeryüzünde insan nesli Hz. Nuh’un üç oğlundan
yeniden inkişaf etti: Ham, Sam ve Yafes. Hz. Nuh, üç oğlunu da farklı
coğrafyalara gönderdi. Yafes’in nasibinde ise Türkistan toprakları vardı.
Yafes, babasına bu kurak diyarlarda ne yapacağını sordu. Hz. Nuh da oğluna
yağmur yağdırma kudretini ve beraberinde de üzerinde dua yazılı olan bir taş
verdi. Yafes, bilindiği gibi Türklerin atasıdır. Her ne kadar diğer birçok Asya
ırkı da Yafes’in soyundan geliyor olsa da Yada Taşı Türklere miras
olmuştur. Belki de bu yüzdendir ki aynı atadan gelen Moğollar yıldırımdan
korkup gizlenirken Türkler yıldırım düştüğünde şevke gelerek atlarıyla koşturup
bağırırlar ve göğe ok atarlardı. Bu doğrultuda Büyük Hun Şanyusu Mo-tun (Mete/Bahadır)
ailesinin kimi Çin kaynaklarında Ejder soyu şeklinde anılması da
fevkalade bir biçimde gariptir. Çünkü “ejder/Ejderha Kralı” Çin mitolojisinde hava
ve su tanrısıdır.
Hz. Nuh her oğlu için bir
dilekte bulunmuş, Yafes için dileği ise “yeryüzünde genişlesin ve düzeni
sağlasın” şeklinde olmuştu. Bununla birlikte Nuh Tufanı’nın yeryüzünde her
yeri doldurup yeni bir düzen sağladığını da hatırda tutarak, Nuh
Peygamber’in yağmur yağdırma kudretini ve Yada Taşı’nı oğlu Yafes’e vermiş
olması rastgele bir tutum olmasa gerek. Her ne kadar hikâyedeki ayrıntılar
yağmur üzerinde yoğunlaşsa da Yada Taşı’nın bilinen özellikleri bununla sınırlı
değil. Esasında Yada Taşı genel olarak tabiat kaidelerinin bilhassa iklim alanına
tesir eden tılsımlı bir nesnedir. Yağmurla birlikte dolu, kar, rüzgâr ve
fırtına gibi tüm hava olaylarına hükmeden bir taş olan Yada Taşı aynı zamanda su
dolu bir kabın içine bırakıldığında her ne niyet edilirse gerçekleşmesine de
vesile oluyor. Yine bu taşla çeşitli metotlar tatbik edilmek suretiyle kâhinlik
yapıldığı bilgisi de Kaşgarlı Mahmud gibi önemli bir kaynakta yer alıyor.
Ayrıca Kaşgarlı Mahmud, yaz ortasında Yada Taşı ile kar yağdırılarak bir
yangının söndürüldüğüne bizzat şahitlik ettiğini ifade etmektedir. Yada
Taşı’nın oldukça mistik olan bir başka yönü de canlı olmasıdır. Buradaki canlılık,
kanaatimce biyolojik bir organizma olmasından ziyade özellikle Doğu mistisizmi
ile algılanabilecek spiritüel bir yaşamsallıktır. Fakat bu yaşamsallığın sona
ermesi ve dolayısıyla taşın özelliklerini yitirmesi riski de mevcuttur. Daha
birçok Türk ve İslâm kaynağında birbirinden tuhaf bilgilerle anlatılan Yada
Taşı’ndan ve yağmur yağdırma sanatından ünlü İtalyan gezgin Marco Polo da
bahseder. Tabii böylesine harikulade niteliklere sahip bir taşın silah olarak
kullanılması da kaçınılmazdır. Bazı İslâm müellifleri bu hususta Oğuzların,
Karlukların, Hazarların ve Harezmşahların bazı savaşlarda Yada Taşı sayesinde
hava koşullarını kendi lehlerine çevirip galebe çaldıklarını söylemektedirler. Daha
yakın tarihlerde Sultan Alp Arslan’ın Horasan çölünü, Yavuz Sultan Selim’in ise
Filistin çölünü geçerken ordunun ve hayvanların susuzluktan kırılma
tehlikesiyle karşılaştığı bir anda iki hükümdarın da dua ederek yağmur
yağdırması, Yada Taşı’na sahip olup olmadıkları sorusunu akıllara getirmektedir,
ki Sultan Alp Arslan’ın bu duayı Şamanî usullere göre yapması da bu soruyu
destekler mahiyettedir. Uygur destanında geçen bir anlatımda ise Buğu Tekin bir
gece rüyasında beyazlar içinde bir aksakallı görür. Aksakallı, elindeki Yeşim
Taşı olarak da bilinen Yada Taşı’nı gösterir ve “Türkler bunu ellerinde
tuttukça dört bucağa hâkim olacaklardır” der.
Yada Taşı’nı tüm yönleri
ve detaylarıyla burada ele almamızın mümkün olmadığı çok açık. Yapılacak yeni
araştırmalarla bu mistik taşın çok daha farklı ve gizemli taraflarını
tanıyabileceğimize ise şüphe yok. HAARP gibi sistemlerle ve çeşitli virüslerle
insanlığın felakete sürüklendiği bir dünyada bizler, eğer kadim değerlerimize
bağlı kalıp genişlemek ve düzeni sağlamak istiyor isek, bilmek zorundayız. Ve
tabi inanmak…
Türkler özgürlüklerine öylesine düşkündüler ki toprağa bağlanmayı reddettiler ve göçebe bir yaşamı hakkını vererek sürdürdüler. Ne de olsa göçebelik de Yafes’in mirası değil miydi? Toprağın altında olan ateşe de itibar etmediler. Zira Türkler, İblis’in yolundan gitmediler. Hayat veren suyun temizliğine, huzur veren havanın özgürlüğüne taliptiler. İşte bu yüzden Yada Taşı en çok Türklerin eline yakıştı. Gökyüzüne âşık olanlar, gökyüzünün nimetleriyle genişlediler ve dünyaya düzen verdiler.
Ahmet Emir ÖZDEMİR
“Yada
taşıga kan tegeç yağın yağkandek ey sâki
Yagar
yağmurdek eşkin çün bolur la’lin şerab âlüd”
Ali Şîr Nevâî, Fevâidü’l-kiber
*Bu yazı ilk olarak Ocak 2022'de Yenisey Kültür dergisinin I. sayısında yayımlanmıştır.
Yorumlar
Yorum Gönder