Evren. Tüm haşmetiyle, tüm muazzamlığıyla, tüm karanlığı ve bu karanlığa meydan okuyan aydınlık meşalesiyle bir esrar dairesi... Ezeli zaman zincirinin ebede intikal eden parçalarının eklemlenmesinde bir toz hali ve zerrelerden bir teşekkül, bir başyapıt: İnsan!
Sonsuz nimetler içerisinde türlü sıfatlarla donanmış, türlü sırlarla bezenmiş ve türlü sebeplerle mahfuz bir varlık: Elma. Farklı çeşitleriyle asırlardır sofralarımızı süsleyen bir lezzet olan elmayı, bir lezzet ve bir meyve halinden çıkarıp başka hallerde değerlendirmemiz için bazı sebepler var. Elma mefhumunda dinden mitolojiye, masaldan ideolojiye ve bilimden teknolojiye birçok farklı alanda çözülmeyi bekleyen sırlar henüz gün yüzüne çıkmış değildir. Fakat bu sırların varlığı az çok insanların ve insanlığın hafızasında türlü şekillerde tezahür etmektedir.
Elma ilk olarak Hz. Âdem ile Hz. Havva'nın meşhur cennetten kovulma hikâyesinde karşımıza çıkıyor. Tüm kutsal kitaplarda bu konuyla ilgili ayetler de vardır. Tanrı, nurdan melekleri, ateşten cinleri ve topraktan insanları yarattı. İnsan yaratıldığında Tanrı'nın buyruğuna karşı gelen İblis; kendisinin ateş nevinden olmasının verdiği üstünlük iddiasıyla, toprak nevinden olan insana secde etmedi ve Tanrı huzurundan kovuldu. Tanrı, cennette ikamet eden Âdem ve Havva'ya, cennette bulunan bir ağaçtan meyve yemelerini yasakladı. Huzurdan kovuluşu hazmedemeyen ve Tanrı'nın yeni gözdesi olan Âdem'e (genel olarak insana) kin besleyen İblis, türlü hilekârlıkları ve vesveseleriyle Âdem'e yasak meyveyi yedirdi. Kutsal kitaplarda meyvenin ne olduğuyla ilgili bir bilgi mevcut değil. Tarihten bu yana farklı kaynaklarda ve rivayetlerde farklı görüşler öne sürülse de, üç semavi dinde de yasak meyvenin elma olduğu fikri genel ittifakla kabul görmüştür. Peki, buradaki esas sır neydi ve nerede saklıydı? Tanrı, meleklerin misyonunu "koşulsuz itaat" olarak belirledi. İblis'in kibrinden nasibine düşen ise "koşulsuz isyan" oldu. Peki, bu iki mücerret varlık arasında kalan müşahhas varlık olan insanın payına düşen ne olacaktı? Hikâyeden anlaşılan o ki, Âdem'in yediği elma "hür irade"yi temsil etmekteydi. Elma koşulsuz itaat kanadından yasaklanmıştı ve bu yasak kati bir hükümdü. Koşulsuz isyan kanadı ise bu hükmü kıran zıt kutup olarak görevini yapmıştı. Âdem'in cennetten yeryüzüne düşmesi sadece bir başlangıçtı. Öyle sanıyorum koşulsuz itaat ve koşulsuz isyan arasında denge mücadelesi veren insanın, Âdem'le başlayan esrarengiz mana zincirinin devamındaki ve neticesindeki sırlar bütünü, tüm insanlığın nesebi Âdem'in yediği elmanın içinde saklıydı. Esrarın, Âdem'in vücuduna sirayetinden sonra insan nesli türemeye başladı ve bu sırlar bütünü Âdem'den günümüze insanlığın zihinsel ve bedensel kodlamasında saklanmayı başardı.
Yukarıda bahsedilen konuyla bağlantılı olan bir başka Elma meselesi. Hepimizin bildiği ve bilim dünyasının kilometre taşlarından biri olan bir bilim adamı: Isaac Newton. Ve herkesçe bilinen bir bilim fenomeni: Düşen Elmalar! Anlatıla gelen hikâye özetle şudur: Newton bir elma ağacının gölgesinde oturmaktadır. Elmaların yere düşüşünü (bir başka rivayette kafasına düşer) izlemesinden geliştirdiği tefekkür Newton'a yer çekimini buldurmuştur. Bu hikâyenin kesinliği henüz belirlenememiştir. Düşen cisimlerin elma olması hikâyeye sonradan eklenmiş bile olabilir. Öyle olsa dahi hikâyeye ilham veren nesnenin elma olması, aksi durumda zaten hikâyenin bizzat kendisi; elmayla doğa, doğa bilimleri ve insanın ortaya koyduğu tüm dünyevi birikim arasında kurulabilecek bir bağlantıda hudutları müphem sırlar taşımaktadır. Modern bilimin babası kabul edilen Newton'un yaşadığı dönem, Aydınlanmanın ve hümanizmin zirvede olduğu bir döneme rastlar. 17. ve 18. yüzyıllarda insanoğlunun doğa bilimleri ile dünyayı tanıma çabası ve akıl kavramı ile insanı merkeze koyan anlayış, beraberinde Tanrı'ya meydan okuma olgusunu da getirmişti. Avrupa merkezli olan bu hareket, kilise merkezli din anlayışına savaş açarken, aynı zamanda Tapınakçıların mistik birikiminden de yararlanmak istiyordu. Fakat Avrupa'nın aydınlanma, bilim, fen ve teknolojide güç aldığı esas kaynak ise şüphesiz Endülüs medeniyetiydi. İslam'ın bilim, fen ve teknikte en büyük başarılarından biri olan Endülüs medeniyeti, haliyle Müslümanların ve Tapınakçıların mücadele sahasına dönüşmüştü. Ve tabii bir diğer Müslüman ilim merkezi olan Bağdat ise, kuruluşu Endülüs Emevi Devleti'yle hemen hemen aynı tarihlere rastlayan Abbasi Devleti'nin parıldayan güneşine şahit oluyordu. Hasan Sabbah'ın cennet fedaileri Haşhaşiler ise Selçuklu Türklerinin himayesindeki Abbasilerin sırlarına ulaşmaya çalışırken, Endülüs'te de Müslüman-Hıristiyan mücadelesi arasında kendi menfaatlerine uygun bir yer bulmaya çalışıyordu. Tüm bu tarihsel gelişmelerin ışığında, Aydınlanma ve hümanizm ile insanlığı bambaşka bir boyuta taşıyan Avrupa merkezli bilim hareketinin duayenlerinden olan Newton; elmanın yere düşmesiyle Âdem'in yeryüzüne düşmesi arasında bir bağ mı kurmuştu? Yoksa Âdem'in -yediği elmadan hareketle- nesli olan insanoğlunun yeryüzünde hür irade ile türlü keşifler ve icatlar yapabilecekleri bir sırrın anahtarını mı keşfetmişti?
Orta Asya'da yerin ve göğün çeşitli halleriyle zuhur eden bir topluluk. Destanlarda soyu Hz. Nuh'un oğlu Yafes'e dayanan bir ırk. Asırlar boyunca tarih sahnesinde dünyanın kaderiyle oynayan bir millet: Türkler! Ve Türklerin Elma'yla imtihanı, tamamlanamamış bir görev: Kızılelma! Hakkında eskiye dair çok kaynak bulunmayan Türkler, Orta Asya'da uzunca bir süre misyonlarını yerine getirdikten sonra, İslam'ın doğuşuna ve yükselişine müteakiben İlahi bir emir almışçasına akın akın Horasan diyarına gelmeye başladılar. Burada yoğunlaşan Türk aşiretlerinden Kınık boyuna mensup Tuğrul ve Çağrı Bey'ler, 1040 yılında Dandanakan Savaşı'yla, Türklerin Kızılelma ülküsünün ilk büyük hamlesi olan Selçuklu Devleti'nin temellerini atmışlardı. Daha sonra Sultan Alparslan, 1071'de Malazgirt Savaşı'yla, Kızılelma'nın harekât üssü olacak olan Anadolu'nun kapısındaki Roma mührünü kırmıştı. Melikşah döneminde ise devlet zirve zamanlarını yaşarken Kızılelma ülküsü duraksamak zorunda kalmıştı. Belki de bu duraksamaya, Melikşah'ın ulu veziri Nizamü'l-Mülk'ün istemeden peydahladığı canavar "Hasan Sabbah" sebep olmuştu. Daha sonra Konya merkezli Anadolu Selçuklu yılları ve Moğol İstilası... Bu kargaşa ve felaket ortamında direniş mücadelesi veren Kayılar; Ertuğrul Gazi ve Osman Gazi'nin çabalarıyla Doğu Roma'nın yanı başında bir devlet kurmaya muvaffak olmuşlardı. Kısa bir zaman içerisinde Anadolu ve Balkanlar'da hâkim olmayı başarabilen Devlet-i Aliyye, dünyanın başkenti Konstantinopolis'i de ele geçirdikten sonra Kızılelma ruhu vücut bulmaya başlamıştı. Kızılelma idealine ilk büyük darbe Roma (İtalya) hedefinde vurulmuştu: Fatih'in zehirlenmesi ve Endülüs'ün çöküşü... Osmanlılar Anadolu'da güçlenip Avrupa'ya yürüdükleri sırada Endülüs, İspanya'da Hıristiyanlara karşı amansız bir direniş sergilemekteydi. Fatih Sultan Mehmed kaderin zehirli ağlarıyla yeryüzünden çekilmeseydi, Türkler ve Emeviler birleşmek suretiyle İspanya topraklarında Kızılelma ülküsünün gerçekleşmesini kutlayabilirlerdi. Fatih'in 1481'deki ölümünü Endülüs'ün 1492'deki çöküşü izledi. Daha sonra Muhteşem Süleyman her ne kadar büyük hamleler yaptıysa da, 1683 Viyana Bozgunu, Türklerin Kızılelma ülküsünü rafa kaldırmasına sebep oldu.
15. yüzyılın son demlerinde eski dünyanın toprakları olan Mezopotamya, Anadolu ve Avrupa'da yukarıda bahsedilen gelişmeler yaşanırken maceraperest bir denizci tüm dünyanın kaderini değiştirecek bir yolculuğun planlarını yapıyordu. İspanya'da Endülüs Emevi Müslümanlarını yok etmeye çalışan ama aynı zamanda da doğudan gelen Müslüman Türklerle cebelleşen Hıristiyanların, varoluşlarını devam ettirebilmek için tabiri caizse bir Kızılelma ülküsüne ihtiyaçları vardı. Hıristiyanların ihtiyacı olan bu Elma'yı Kristof Kolomb, İspanya kıyılarından yola çıktığı 1492 yılındaki seferinde bulmuştu. Kolomb'a bu sefer için gereken desteği sağlayanlar ise İspanya'nın Katolik hükümdarları Kastilyalı İsabella ve Aragonlu Ferdinand idi. Bu Elma'ya verilen isim ise "Yeni Dünya" idi. Fakat biz Kolomb'un anlaşılmaz inadı yüzünden bu Yeni Dünya'yı "Amerika" ismiyle tanıdık. Amerika kıtası, keşfinden günümüze türlü mücadelelere şahit oldu. İspanyolların ve Portekizlilerin tecavüzüyle yerle bir olan Amerika kıtasında, İngilizlerin akıl almaz uğraşları neticesinde yeni bir devlet peyda oldu. Bir laboratuvar ve holding devleti: Amerika Birleşik Devletleri!
Kökeni Endülüs Emevilerinin başlangıç noktası olan Suriye'ye dayanan Amerikalı bir iş adamı: Steve Jobs! Ve bir araba garajında kurulup tüm dünyayı avucuna alan bir şirket: Apple! Steve Jobs aslında Suriyeli bir Arap olan siyaset bilimci Profesör Abdulfattah John Jandali'nin oğluydu. Fakat Jandali, eşiyle ayrılınca varlıklı olmasına rağmen Steve'i evlatlık verdi. Steve, bilgisayarlara ve gelişen teknolojiye çok meraklı bir gençti. Onun bu merakı, 1970'li yıllarda gelişmekte olan bilgisayar teknolojisinde, günümüzü şekillendiren ve şekillendirmeye devam edecek olan Apple Computer Co.'yu kurmasını sağladı. Apple'ın ilk amblemi kafasına ağaçtan elma düşmek üzere olan Newton'un tasviriydi. Günümüzdeki amblem ise Âdem'in ısırmış olduğu elma olarak karşımıza çıkmaktadır. Acaba Steve Jobs, Newton'un ufkuna erişmeyi mi başarmıştı yoksa Âdem'in yediği elmadaki sırrı mı bulmuştu? İnternetin icadıyla Amerika'da başka önemli gelişmeler de yaşanmaktaydı. Facebook ve Google gibi dünya devi markaların da kuruluş yeri Amerika'ydı. Amerika; bilgisayarları, telefonları, sosyal medya ve internet programlarıyla tüm dünyayı ele geçirecek kutsal krallığı kurmuştu. İnsanlar ise Elma'yı yani "hür irade"yi Amerika'nın kutsal krallığına "seve seve" teslim etmişlerdi.
Elma; Herakles'in, Eurystheus'un verdiği on birinci görev olan, Hera'nın kutsal bahçesinde bulunan elma ağacından üç elma getirme görevindeki mitolojik bir anlatı mıydı yoksa Pamuk Prenses'in ısırdığı zehirli elmadan ibaret bir masal mıydı? Hayır. Elma, bir sırdı. Sonsuz Evren'in sonsuz esrar dairesinde, muazzam işleyişin bir anahtarı; Aden Bahçesi'nden Âdemoğlu'na sunulan kadim bir öğreti...
Ahmet Emir ÖZDEMİR
*Bu yazı ilk kez Mayıs 2019'da Yenisey Dergisi'nin I. sayısında yayınlanmıştır.
**Görme engelli okurlar için yazının seslendirmesi aşağıya konulmuştur.






Yorumlar
Yorum Gönder